Ekonomi Üzerine Ahlaki Değerlendirme
Kişisel yaşamımızda ve toplumsal aktivitelerimizde her zaman gerekli olan değerlerden biri de ahlaki değerdir. Pek tabi ahlak zaman algısı gibi göreceli bir kavramdır. Baktığınız yön deneyimleriniz ile elde ettiğiniz bir birikimdir. Özetle bakış açıları tecrübelerimizin meyvesidir. Bir ağaçtan tek bir meyve filizlenmez, olgunlaşmaz. Sayısı belirsiz meyve bir ağacın dallarında zuhur eder. Ahlak soyut bir kavram olduğu için onu ifade ederken ziraat biliminden dahi yararlanılabilineceğini hep birlikte görmüş olduk.
Soyut kavramları tanımlamak pek güç bir eylemdir. Öznel cümlelerin bolluğu içerisinde kendinizi kaybedersiniz. Okuduğunuz aksi iddia edilebilir cümleler, zihninizde dolaşırken antitezler çoktan düşünce dimağınızda yerini almış olur. Bir yazıyı okurken bol bol düşünüyorsanız bilin ki yazı size çok şey katıyor. Düşünmelisiniz. Yargılarınızı oluştururken endişeye kapılmadan merak duygunuzu dorukta hissetmelisiniz. Bu sayede anlatılmak isteneni, kalıplaşmış bilgi birikiminiz olmadan anlayabilirsiniz.
Ahlak; hayatımızın her alanında kendini hatırlatan lakin vicdanın ve aklın derin savaş yaşadığı bir değerdir. Onu değerlendirme biçiminizde, büyüdüğünüz aileden tutun da bindiğiniz toplu taşımaya kadar birçok unsur etkilidir. Çünkü sosyal bir varlığız ve yaşıyoruz. Yaşamak eyleminin manası kendimizle baş başa kalmadığımız ve toplumla bir bütün olduğumuz zaman dilimini daha çok ifade ediyor. Bu demek değildir ki kendimizi dinlediğimiz, yalnız olduğumuz zaman dilimleri ‘yaşamak’ niteliğini taşımıyor. Zamanın en kıymetli değerlendiriliş şekillerinden biridir: Kendimizle birebir sohbet etmek. Bu esnada bir insanı tanıyor oluruz. Kişisel değerlerimizi analiz etme şansına erişiriz. Ahlaka ulaşmanın bir yoludur bu aynı zamanda.
İş ahlakına yönelirken yolumuzu çok da değiştirmemize gerek yok. İletişim halinde olduğumuz ve iş icra ettiğimiz kişilerle aramızda kuracağımız ilişkide ahlak bize eşlik etmelidir. Günümüzde insanlar kâr güdüsü olmadan hiçbir faaliyete atılmıyor. Bu yanlışlanacak ya da faydasız görülecek bir durum değildir. Kendimizi olumlu bir kapitalist sistemci olarak düşünürsek kâr güdüsü rekabeti, rekabet tüketiciye daha iyi mal ulaşmasını sağlayacaktır. Fakat ekonomide handikaplar çoktur. Rekabeti fırsata çevirirken tüketicinin beklentileri göz ardı edilebilir. Piyasalar gittikçe karmaşıklaşıyor. Kargaşanın hakim olduğu ekonomik pazarlarda üreticiden ahlaklı olmasını beklemek gülünç karşılanıyor. Tüketicinin değişen zevklerini fırsata çevirip sektörel ürünlerde bol bol çeşitliliğe gidiliyor. Çünkü çeşitliliğin kazanç getirme olasılığı yüksek. Örneğin mağazaları ve marketleri ele alalım. Bundan çok yakın zaman önce marketler sadece yiyecek rafları ile mağazalar ise kıyafet reyonları ile sınırlıydı. Zamanla reyonlar çeşitlendi, raflarda ürün bolluğu yaşanmaya başlandı. Kozmetik ürünlerin satıldığı mağazalarda yiyeceklerin olduğu otomatlar yer almaya başladı. Küçük atıştırmalıklar kıyafet mağazalarının kasa bölümünde masalara kuluçlandı. Düşünün: Alışverişinizi yapıyor ve son kısma yani ödeme aşamasına geliyorsunuz. Bu kısımda sizi aklınıza gelmeyen, ihtiyacınız olmayan bir ürün karşılıyor. Herhangi bir yiyecek olduğunu düşünelim. Ürünü gördüğünüzde tok olmanıza rağmen aç hissetmeye başlıyorsunuz. Bir anda gördüğünüz yiyeceği almak zorunda hissediyorsunuz. Çünkü ürün renkli ambalajı ve gösterişli şekliyle çoktan zihninize sinyalleri göndermiş durumda. Onu almaktan başka bir çareniz var mı ki ?
Ürün satım yerlerinde tek amaç kazanç elde etmektir. Üretici tüketicinin mutlu olmasını, kaliteli yaşam sürmesini neden istesin ki ? Nedeni şu: Siz eğer aldığınız şeyi beğenirseniz onu tükettiğinizde tekrar ve tekrar alırsınız. Üretim safhasında yer alan sistemcileri düşünün. Ne denli kazanç yapıyor olacaklardır. İşin güzel tarafı kazanç güdüsünü taşıyanların tüketicinin geri dönmesi için kaliteli ürün üretiyor olacağıdır. Ürünün kaliteli olması ise bir iş ahlakıdır. Elbette üreten kesim kaliteye yönelirken ahlaki endişe taşıyor mu taşımıyor mu onu bilemeyiz. İşlerin tersi yönde ilerlediğini fark eden akıllı tüketici ürünün tek düzeliğini anladığında alışverişini sonlandıracaktır.
İş hayatında faaliyet gösterirken erdemlerimizi ön planda tutmak güçtür. Daha önce de bahsettiğimiz gibi küreselleşen ekonomik sistemler gittikçe karmaşıklaşıyor. Geçmiş yüzyılların ekonomistleri denge analizi yaparken arz ve talebin kesişimini baz alıyordu. İnceledikleri ekonomide soyut değerleri, robotik yapıda olmayan insanı ve ahlakı unuttular. Ekonomiyi matematiksel değerler üzerine inşa etmek istediler. Evet, çabaları oldukça yerindeydi. Ulaştıkları noktada ekonomiyi matematikle yakınlaştırıp bilim haline getirmek istediler. Matematik bilimin temeli, dünyanın evrensel dilidir. Her ne kadar evrensel dil olarak İngilizce görülse de asıl uluslararası dil matematiktir. Sayılar dünyasının ihtişamlı oyuncusu. Hepimiz farklı kültürlerde yetiştiğimiz için dil de kültürümüze göre gelişiyor. Fakat matematik öyle değil. Sayılar her kıtada, ülkede, şehirde, eyalette (dünyayı sınırsız parçaya bölebiliriz fakat burada kesmek yeterli gibi duruyor ) aynıdır. Bir her ülkede birdir. İki her ülkede ikidir. Ve sayıların sırası rakamla ifade edeceksek: 1, 2, 3, 4, 5, 6.. diye devam etmektedir. Bulunuş hikayesi Hint yaşam kültürüne dayandırılan 0’ı (sıfır) unutmamak gerek. Bir boşluğun, olmayışın ifadesi “0”. Bize Platon’un idealar kuramını anımsatıyor. Biz varsaydığımız dünyayı yaşıyoruz, gerçekler yalnızca idealar dünyasındadır diyor Platon. Bir boşlukta olduğumuz hissine kapılıyoruz. Kağıt üzerinde de bunu ifade etmek istiyoruz çünkü insan düşündüğünü ifade edebildiğinde iletişim kurduğunu duyumsar. İşte olmamak kavramını felsefeden sayılar dünyasına, matematiğe atfettiğimizde karşımıza 0 çıkıyor. Çoğu matematikçi felsefe ile yakından ilgilenmiştir. Çünkü matematik aksiyomlar ile örülü bir bilim dalıdır. Aksiyomların teoreme dönüşmesinde izlenen yol ispat yöntemleridir. Karmaşıklığın ayrışmasında felsefe etkili bir sosyal bilimdir.
Felsefe ahlak üzerine de çok yönlü düşünce sistemi geliştirmiştir. Çok yönlü olmasının sebebi amaç değil sonuçtur. Çünkü söylenen her fikir yeni fikirlere kapı aralar. Kapıyı açmak ve içeri girmek bize kalmış. Filozoflar din ve ahlak üzerine nitelikli yazılar kaleme almıştır. Kimisi iki kavramı sentezleyerek ele alırken kimisi de ayrı değerlendirmiştir. Din mi önemlidir ahlak mı ? Hangisi daha gereklidir ? İkisi aynı şey midir ? Aynı kavramı ifade etmiyorlarsa farklılıkları nelerdir ? Din insanlara ahlak aşılar mı ? Din bilincinden önce ahlak mı gelişir yahut gelişmelidir ? Cevap yok. Sorularımızın niyeti cevap bulmak değil. Yeni sorulara zemin hazırlamak. Sorular cevaplardan daha kıymetli bizce. Matematik pek öyle düşünmüyor olsa da… Sayılar her zaman mutlak bir değer ister. Sonuç matematiğin yapı taşıdır. Çözüm yöntemi, gidiş yolu da keza öyle. Çünkü çözümlenememiş birçok sorun; matematikte ‘kesin çözüm vardır’ düşüncesine istinaden kendisini matematiğin mutlak değerli kollarına atıyor. Bu düşüncede doğruluk payı da var elbette. Ekonomiyi bilime yaklaştıran sevgili dostumuz matematik, ahlak konusunda kesin yargılara ulaşmamıza yardımcı olmuyor. Onu suçlayamayız. Belki de bunu kendisi tercih etmedi. Ahlak üzerine düşünme ve sonuca varma çabasını felsefeye bıraktı.
Felsefe kendisine bırakılan bu sorumluluğun üstesinden gelmiş gibi görünüyor. Öyle olmasaydı bunca düşünce kaleme alınıp yazın dünyasının gelişmesi söz konusu olamazdı. İster sosyal bilim ister pozitif bilim olsun yapılan çalışmaların dayanağı canlılar ve çoğunlukla insanlardır. Sosyal bilimler insana yönelir. Ekonomi de bir nevi insan yönetme bilimidir. Neticede insanın olmadığı bir yaşamda piyasaların varlığından söz edemeyiz. Piyasaların bütününden oluşan ekonominin ise var olamayacağı kesindir. Hayvanların da belli başlı istemleri vardır. Onlar sezgilerinden yararlanarak fizyolojik ihtiyaçlarını karşılarlar. Vahşi olmaları tabiatlarından kaynaklıdır. Ancak tabiatları sosyal bir sistem kurmalarına engel değildir. Gelişmiş ekonomik yapılara vahşi doğada rastlamak pek mümkün değil. Yalnızca onun ilkel adımlarını gözlemlemek olasıdır. İnsanı yönetebilmek için piyasanın dengeye ulaşma çabasını yakalamak gerekiyor. İktisadi yapılar bize teorileriyle destek oluyor. Teoriler gelişkin bir ekonomi yaratsa da insanın sosyal bir varlık olduğunu ve duygularının, zevklerinin değişebileceğini kaçırmış vaziyette. Bizler bugün sevdiğimiz bir şeyden yarın fütursuzca vazgeçiyoruz. Yakıştırdığımız kıyafetler akışkan ve sürekliliği olan moda dünyasında çer çöp muamelesi görüyor. Lezzet duyduğumuz yiyecekler geçmişin esansı haline dönüşüyor. Dakikalar öncesinde haz duyduğumuz şeyler bir anda en nefret ettiğimiz şeye dönüşüyor. Nedir bu hızlı değişen duygularımızın sebebi ? Bizler hep böyle dinamik ve farklılaşan zevklere mi sahiptik ?
Belki evet belki de hayır. Tüketici ile ilgilenmekten daha çok liberal yönü ağırlıklı olan iktisadi gelişmeler, üreticinin faydasını maksimize etmeye yönelmişti. İnsanı unuttu. İnsanın değişebileceğini unuttu. Reklam sektörünün insanı ile ekonomi insanı arasında uçurum oluşmaya başladı. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler yapısal reformlar yönünden gelişemediği için ekonomik açıdan da fakir bir statüye sahiptir. İktisat çoğunlukla batı kökenli gelişmeler izlediği için Türkiye’nin kendi öz kültürüne uyarlanacak bir ekonomik sisteme ihtiyacı var. Ekonominin insanı unutması ile birlikte ahlaki yönlerini de göz ardı etmesi, gelişen piyasa döngüsünde de ahlakın yer edinmesini engelledi. Türkiye’nin bu süreçte kendisine çıkarması gereken dersler çok. İnsanı unutuyoruz ve yeni bir harita çizmekten korkuyoruz. Ahlak bilimsel teorilerin temelini oluşturmaz. Destekler ama temel olarak soyut bir kavramın bilimde kullanılması güçtür. Fakat insan yönetimini kendine hedef edinmiş bir sosyal bilimin, ahlaktan uzak olması da kulağa ilginç geliyor.
Marketlerin bebeklik evreleri olan bakkalları, küçük esnaf dükkanlarını